Перевод: с турецкого на все языки

со всех языков на турецкий

zaman vermek

  • 1 zaman vermek

    v. respite

    Turkish-English dictionary > zaman vermek

  • 2 zaman

    zaman [zɑmɑ(ː)n]
    1. subst Zeit f; Zeitalter n; GR Tempus n; Saison f; MUS, TECH Takt m;
    zaman eki Tempussuffix n;
    zaman kollamak die richtige Zeit abwarten;
    zaman öldürmek sich (D) die Zeit totschlagen;
    zaman ulacı GR temporale(s) Verbaladverb (z.B. gelince);
    zaman zarfı GR Zeitadverb n;
    -e zaman vermek die Zeit erübrigen für;
    -in zamanı geçmek v/unp die Zeit ist vorbei für;
    -i zamana bırakmak der Zeit überlassen A;
    zaman geçtikçe, zamanla mit der Zeit;
    zamanında rechtzeitig;
    bu zamanda heutzutage;
    gel zaman, git zaman im Laufe der Zeit;
    az zaman sonra bald darauf;
    bir zaman(lar) einst, einmal;
    hiçbir zaman nie(mals);
    kimi zaman zeitweise, zuweilen;
    ne zaman? wann?;
    ne zamandan beri? seit wann?;
    o zaman damals; dann, in diesem Fall(e);
    zamanında zur rechten Zeit;
    zaman zaman von Zeit zu Zeit, dann und wann;
    zamanla yarışma Wettlauf m gegen die Zeit
    2. -diği zaman konj als; wenn

    Türkçe-Almanca sözlük > zaman

  • 3 zaman

    вре́мя (с)
    * * *
    1.
    1) вре́мя; пора́; пери́од

    zamanımızda — в на́ше вре́мя

    zamanında — во́время; ко вре́мени

    zamanını almak — отнима́ть вре́мя у кого

    zamanı avlamak — лови́ть моме́нт

    zaman bırakmak — выделя́ть / оставля́ть вре́мя для чего

    zamana bırakmak — положи́ться на вре́мя

    her şeyi zamana bırakmıştım — я во всём положи́лся на вре́мя

    zamanı doldu — вре́мя, отведённое на что-л., вы́шло

    zamanı geçirmek — проводи́ть вре́мя

    zamanı geçti — а) вре́мя чего-л. уже́ вы́шло; б) сезо́н чего-л. ко́нчился

    zaman kazanmak — вы́играть вре́мя

    zaman kollamak — а) вы́ждать вре́мя; б) ждать удо́бного слу́чая, ждать подходя́щего моме́нта

    zaman öldürmek — убива́ть вре́мя

    zamana uymak — соотве́тствова́ть вре́мени

    zaman vermek — выделя́ть вре́мя для чего

    gel zaman git zaman — с тече́нием вре́мени

    uzun zaman — до́лго, продолжи́тельное вре́мя

    iş zamanı — вре́мя рабо́ты

    uyku zamanı — вре́мя сна

    2) пора́; сезо́н

    çocukluk zamanı — пора́ де́тства

    gül zamanı — пора́ цвете́ния роз

    üzüm zamanı — виногра́дный сезо́н

    3) геол. эпо́ха, пери́од

    dördüncü zaman — четверти́чный пери́од

    imparatorluk zamanı — эпо́ха импе́рии

    4) грам. вре́мя

    geçmiş zaman — проше́дшее вре́мя

    gelecek zaman — бу́дущее вре́мя

    geniş zaman — ао́рист

    şimdiki zaman — настоя́щее вре́мя

    2.
    с формой на -dık / -acak передаёт содержание придаточного предложения времени

    döneceği zaman — когда́ он вернётся

    ••

    her zaman felek insana yâr olmazпосл. ≈ не всегда́ судьба́ улыба́ется челове́ку

    zaman zamana uymazпогов. ≈ год на́ год не прихо́дится

    - az zaman sonra
    - bir zaman
    - bir zamanlar
    - çoğu zaman
    - her zamandan ziyade
    - hiç bir zaman
    - ilk zamanlar
    - ne zaman?
    - ne zamandan beri?
    - o zaman

    Türkçe-rusça sözlük > zaman

  • 4 zaman

    "1. time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş´un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out. 2. time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season. 3. age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age. 4. (a person´s) youth or prime; the time when one was engaged in a particular activity: Benim zamanımda bu işyerinin yönetim biçimi bambaşkaydı. This office was run quite differently in my time. 5. the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It´s now the right time to do this job. 6. free time: Bugün hiç zamanım yok. I´ve no free time today. 7 gram. tense. 8. mus. time, meter, rhythm. 9. geol. era. 10. when: geldiği zaman when he came. -ında at the proper time, at the right time. -la with time, as time passes/ passed. - belirteci gram. adverb of time. - bırakmak /a/ to set aside time for, leave time for (something). - birimi unit of time. - eki gram. temporal suffix (for a verb). -ı geçmek 1. to be out of date, be outmoded. 2. (for something) to expire, become void (as a result of the passage of time). 3. (for a fruit or vegetable) no longer to be in season. 4. (for an activity) no longer to be appropriate to the time of year. 5. (for something) to be of no use (because it´s too late): Özür dilemenin zamanı geçti artık. It´s now too late to apologize. - kazanmak 1. to save time. 2. (for someone) to gain time. - kollamak to be on the lookout for a suitable opportunity, bide one´s time. - öldürmek to kill time. - sana uymazsa sen zamana uy. proverb If the times don´t conform to you, then you should conform to the times. -a uymak to conform to the age in which one lives, move with the times, keep in step with the times. - vermek /a/ to set aside time (for) (something). - zaman from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often. - zarfı gram. adverb of time."

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > zaman

  • 5 aman

    "1. Oof!/God!/Lord!/Lord help us! (indicating disgust or anger). 2. Please!/For goodness sake! 3. My! (indicating great approbation). 4. mercy. - Allah/Allahım! 1. God!/God have mercy! (indicating fear or amazement). 2. Oh Lord!/Oh God!/Lord help us! (indicating disgust or displeasure). - aman (bir şey) olmamak not to be anything special. - bulmak to escape, be saved. - dedirtmek /a/ to make (someone) give up, make (one) yield. - demek to ask for mercy; to surrender. - derim! Don´t you do it!/Beware of doing such a thing! - dilemek /dan/ to ask (one) for mercy. - gayret! Keep on!/ Hold on! -a gelmek to give up and submit. -a getirmek /ı/ to make (someone) give up, make (one) yield. -ı kesilmek 1. to be too weak to plead for mercy. 2. to have nobody to turn to for help. - vermek /a/ to grant (one) his life, spare (one´s) life. - vermemek /a/ 1. not to give (someone) a chance. 2. to kill (someone) without compunction. - zaman a plea for mercy. - zaman bilmemek/dinlememek to be implacable, refuse all pleas. - zaman vermemek /a/ to beat (someone) without mercy. -ı zamanı yok. There is no trying to get out of it; you must."

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > aman

  • 6 aman

    поща́да (ж)
    * * *
    1) выражает мольбу, просьбу

    aman Allahım! beni bu sıkıntıdan kurtar! — о вели́кий Алла́х, изба́вь меня́ от э́тих невзго́д!

    aman bana yardım edin! — ра́ди бо́га, помоги́те мне!

    aman, bir daha yapmam! — прости́, бо́льше не бу́ду!

    2) выражает досаду, раздражение и т. п.

    aman, artık bıktım — о, Го́споди, как мне всё надое́ло

    aman, dışarıya çıkmayasın — смотри́, не смей выходи́ть на у́лицу!

    4) выражает удивление, восхищение

    aman, ne güzel! — ах, что за пре́лесть!

    5) выражает душевное состояние, страх, опасение и т. п.

    aman, başım! — ох, моя́ голо́вушка!

    ••

    aman diyene kılıç kalkmazпосл. пови́нную го́лову меч не сечёт

    - aman dedirtmek
    - aman derim!
    - evi satacakmışsın aman derim!
    - aman dilemek
    - amana gelmek
    - amana getirmek
    - amanı kesilmek
    - aman vermek
    - aman vermemek
    - aman zaman dedirtmemek
    - aman zaman bilmez

    Türkçe-rusça sözlük > aman

  • 7 açık

    I s <- ğı>
    1) wirtsch, fin Defizit nt, Fehlbetrag m
    \açık vermek Defizit aufweisen, in den roten Zahlen stehen
    kasa açığı der Fehlbetrag in der Kasse
    ülkenin doktor açığı der Ärztemangel des Landes
    2) Lücke f
    3) ( gemi)
    \açıklarda auf offenem Meer
    4) açığa almak aus dem Dienst entfernen; ( tren) ausrangieren
    açığa vurmak ( ortaya çıkarmak) enthüllen, aufdecken; ( belli etmek) verraten, offenbaren
    yüzündeki ifade sevincini açığa vuruyordu der Ausdruck auf seinem Gesicht verriet seine Freude
    II adj <- ğı>
    1) ( kapalı olmayan) offen, geöffnet, auf
    \açık bırakmak offen lassen, auflassen
    \açık kapı bırakmak ( fig) sich einen Ausweg offenhalten, sich eine Hintertür offen halten
    \açık pencere önünde vor dem offenen Fenster
    \açık şehir pol offene Stadt
    gözünü \açık tutmak die Augen offen halten
    2) ( yol) frei
    yolu \açık olmak freie Bahn haben
    3) fin defizitär; ( çek) ungedeckt
    çek \açıktır der Scheck ist nicht gedeckt
    4) ( örtüsüz) unbedeckt; ( yara) offen; ( çıplak) bloß, frei; ( film, kitap) freizügig
    çok \açık bir film ein sehr freizügiger Film
    5) ( boş) leer, frei
    kâğıtta \açık yer kalmadı es gab keinen leeren [o freien] Platz mehr auf dem Blatt
    6) ( görevlisi olmayan) unbesetzt; ( boş) offen, frei
    7) ( vazıh) offen
    \açık konuşma zamanı artık gelmişti die Zeit war nun gekommen, offen zu reden
    8) aufgeschlossen
    her çeşit yeniliklere \açık olmak aufgeschlossen sein gegenüber allerlei Neuigkeiten
    9) ( renk için) hell
    \açık bir renk eine helle Farbe
    \açık sarı saçlı bir kadın eine Frau mit hellblondem Haar
    \açık tenli hellhäutig
    10) ( gökyüzü, hava) heiter, klar; ( hava) frei
    11) ( sarılmamış) lose
    12) (kamuya \açık, halka \açık, gizli olmayan) öffentlich
    \açık duruşma/oturum öffentliche Verhandlung/Sitzung
    13) \açık farkla önde olmak mit großem Abstand führen
    1) ( açıkça) offen
    \açık söylemek offen sagen
    \açık söylemek gerekirse, ... offen gesagt [o gestanden],...
    \açık vermek ( fig) sich verraten, sich anmerken lassen
    hiç \açık vermedi er ließ sich nichts anmerken
    birine \açık olmak jdm offen sein
    kapım sana her zaman \açıktır meine Tür ist immer für dich offen
    2) ( dükkân) offen, auf
    \açık tutmak ( kapıyı) aufhalten; ( gözlerini) aufbehalten, offen halten
    bu dükkân pazarları da \açıktır dieser Laden hat [o ist] auch sonntags offen
    dükkân \açık mı? hat das Geschäft auf?
    gözlerini \açık tutmak (a. fig) die Augen offen halten
    3) ( fam) ( radyo, ışıklar) eingeschaltet, an
    ışığı \açık bırakma! lass das Licht nicht an!
    radyo \açık mı? ist das Radio an?

    Sözlük Türkçe-Almanca kompakt > açık

  • 8 aman

    aman [-mɑːn] Hilfe!; Gnade!, Erbarmen!; ach bitte!; öfke, bıkkınlık zum Kuckuck!; uyarı Vorsicht! lieber nicht!; o weh!;
    aman (da) ne güzel şey! Donnerwetter, wie ist das schön!;
    aman Allahım hilf mir Gott!;
    aman beni rahat bırak! zum Kuckuck, lass mich in Ruhe!;
    aman bir daha yapmam verzeih, ich tu’s nicht wieder;
    aman (zaman) dilemek um Gnade bitten;
    aman efendim … stellen Sie sich mal vor!, also so was!;
    b-ne aman vermek jemanden begnadigen;
    b-ne aman vermemek jemandem keine Ruhe geben;
    aman vermez schonungslos;
    aman ne yaptım! o weh, was habe ich getan!;
    amanı zamanı yok da gibt’s kein Wenn und kein Aber

    Türkçe-Almanca sözlük > aman

  • 9 boş

    boş leer; Haus leer (stehend); Person, Taxi, Zeit frei; unbeschäftigt; Furcht, Worte sinnlos; Niete f (beim Loseziehen);
    boş bulunmak fig (einen Augenblick) abwesend sein;
    (eli) boş dönmek unverrichteter Sache zurückkehren;
    boş durmamak rührig sein;
    boş düşmek Frau geschieden werden (nach islamischem Recht);
    boş gezmek faulenzen; fam arbeitslos sein;
    boş gezenin boş kalfası Oberfaulenzer m;
    boş inanç Aberglaube m;
    -i boş koymak entbehren (A); fig jemanden übergehen; jemanden sich (D) selbst überlassen;
    boş söz dumme(s) Zeug;
    boş ver! mach dir nichts daraus!, egal!;
    -i/-e boş vermek sich (D) nichts machen aus;
    boş zaman Freizeit f;
    boş yere unnötig;
    -i boşa almak TECH, AUTO fam den Leerlauf einlegen;
    boşa çıkmak sich nicht erfüllen, enttäuscht werden;
    boşa gitmek verpuffen, unnütz sein

    Türkçe-Almanca sözlük > boş

  • 10 ara

    ara s
    2. 1) ( aradaki uzaklık) Abstand m, Zwischenraum m
    kaşla göz \arasında ( fig) im Handumdrehen [o Nu]
    2) ( aradaki zaman) Zwischenzeit f
    \arada bir ab und zu, hin und wieder
    bu \arada in der Zwischenzeit
    \aran birkaç yıl geçti es liegen einige Jahre dazwischen
    3) theat ( antrakt) Pause f
    4) sport ( haftaym) Halbzeit f, Pause f, Unterbrechung f
    \ara vermeden pausenlos, ununterbrochen
    \ara vermek eine Pause machen, unterbrechen (-e)
    kısa bir \aradan sonra nach einer kurzen Unterbrechung
    6) ( ilgi)
    \araya girmek ( karışmak) intervenieren, sich einmischen; ( uzlaştırmaya çalışmak) vermittelnd eingreifen
    laf \aramızda kalsın, ... unter uns gesagt,...

    Sözlük Türkçe-Almanca kompakt > ara

См. также в других словарях:

  • zaman vermek — bir iş için belli bir süre ayırmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • vermek — i, e, ir 1) Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm. Ö. Seyfettin 2) Bırakmak veya bağışlamak Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün,… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • zaman — is., Ar. zamān 1) Bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit Zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha ziyade ağırlaşan bir vicdan azabı duyarım. Ö. Seyfettin 2) Bu sürenin belirli bir parçası, vakit Efendiler,… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • zaman tanımak — 1) bir iş için yeterli zaman vermek 2) bitmeyen bir iş için süreyi uzatmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • salık vermek — 1) (birini veya bir şeyi) tavsiye etmek Dün akşam, bana bu kahveyi salık verdikleri zaman bütün gece sevincimden gözüme uyku girmedi. Y. K. Karaosmanoğlu 2) esk. (birini veya bir şeyi) haber vermek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • ulaçlı birleşik zaman — is., dbl. Zarf fiil eki almış fiille bilmek, durmak, görmek, kalmak, vermek, yazmak fiillerinin oluşturduğu birleşik fiil: gidebilmek, yazadurmak, yapmayagörmek, bakakalmak, söyleyivermek, düşeyazmak gibi …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • fiyat vermek — isteyeceği veya ödeyeceği fiyatı bildirmek Ne fena fena bakar, ne de olmayacak bir fiyat verdiğim zaman homurdanır. S. F. Abasıyanık …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • hakkını vermek — 1) gereğini bütün olarak yerine getirmek Bu yemeğin hakkını vermişsin. 2) birinin çalışmasının karşılığını gereğince değerlendirmek O öğretmen, öğrencilerin her zaman hakkını verir …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • arka — is. 1) Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı, ön karşıtı Evin arkasında bahçe var. 2) Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi Çocuğun arkası ağrıyormuş. 3) Geri kalan bölüm, kısım Masalın arkası. Yazının arkası. 4) Art, peş 5) Otururken… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • gelmek — den, e, nsz, ir 1) Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı. B. S. Erdoğan 2) Geriye dönmek ... adamı Ödemiş ten aldım geldim, her masrafını çektim. N. Cumalı 3) Oturmaya, ziyarete gitmek Dün akşam amcamlar bize geldi.… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • tutmak — i, ar 1) Elde bulundurmak, ele almak Kucağında kundaklı bir çocuk tutuyordu. Ö. Seyfettin 2) Ele geçirmek, yakalamak Evvela bu terbiyesiz köpeği tuttu, bağladı. Ö. Seyfettin 3) Avlamak Dalyan işletiyorum, tuttuğumuz balığı tekrar denize döküyoruz …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»